1 hafta önce
Perili Ev filmine yorum yazdı:
Öldürmeye Hazır filmine yorum yazdı:
Brian De Palma'dan bir Hitchcock filmi. Çok da iyi bir film. Psycho'nun ruhani bir parçası gibi. De Palma'nın Hitchcock sevgisi de birçok kez kendi ağzından çıkmış zaten. Resmen taklitçi katil yaratmış.
Katilin cinsel kimliğiyle yaşadığı problemleri kadın merkezli bir anlatıma taşıması akıllıca. Ayrıca filmin ana karakter sisteminden uzakta, akışkan bir halde ilerlemesi çok keyifli. Tek bir karakterin sırtına kilitlenmiyoruz. Nancy Allen'ın güzelliği ve oyunculuğu da cinsel tansiyonu sürekli yukarıda tutuyor ve filmin tonunu sürdürüyor. Sanki herkesle flört ediyormuş gibi bir havası var ama etmiyor. Bu bilinçli bir tercih gibi görünüyor.
Eski bir yöntem ama katili bir şekilde filmin sonuna kadar saklamayı başarmışlar. 2024'te bile çalışıyor. Epey beğendim.
Godzilla Minus One filmine yorum yazdı:
Shin Godzilla'dan bu yana yapılmış en iyi Godzilla filmi. İşleniş olarak olmasa da görsel anlamda yapılmış en iyi Godzilla filmi. Siyah beyaz versiyonunu da izlemek istiyorum ki o renkli versiyonundan 2 kat daha etkileyici.
Film 2. Dünya Savaşı'nın son günlerinde görevinden kaçan bir kamikaze pilotunun etrafında şekilleniyor. Ölmesi gerektiğini düşündüğü için çevresinde ölenlerin hayaletleri ona musallat oluyor. Godzilla da bu hayaletlerin yırtıcı bir temsili olmakla birlikte savaşın da sonsuzluğunun simgesi.
"Savaşta bulunmamak gurur duyulacak bir şey."
Japon halkının bir iç hesaplaşması da var filmde. Savaş döneminde yapamadıkları gıda tedarikleri, ucuz olsun diye yaptıkları fırlatma koltuksuz uçaklar ve kamikazeler. Onur, şan, ölümüne mücadele gibi kavramların arkasına sığınan devletlerini eleştiriyorlar. Fakat mücadeleci ruhlarından da ödün vermiyorlar.
Muazzam bir film Minus One. Türkiye'de sinemada izleyememiş olmak çok üzücü.
Manyak filmine yorum yazdı:
Çok kalabalık ama lezzetli bir kült korku filmi. Düşük bütçesinin açıklarını iyi müzik, iyi set tasarımı, güzel ayrıntılarla kapatıyor. Baş kötü, cenaze levazımatçısı Tall Man'in yürüyüşü bile bir sembol olarak karşımıza çıkıyor. Dune referansının yanı sıra farklı korku alt türlerinden yararlanarak iyi bir yahni yapıyor. Başka bir gezegene dair anlatı var, süper güçlerin paranormal güçlerle karışması, ufaktan dini korku, zombileştirmek, masalsılık... Özgür bir film aslında. Kurgu tarafında da bu böyle.
Late Night with the Devil filmine yorum yazdı:
Shudder'dan çıkan korku filmleri günümüzde ses getiren diğer korku filmlerine nazaran 70'lerden 80'lerden gelen havayı taşıyorlar. Mesaj verme kaygısı olmuyor. Late Night With the Devil filmi de pür bir korku hikayesi olup, bir korku dergisi sayfasına sığma uğraşında. Ya da ateş başında anlatılan bir hikaye yakıştırması da yapabiliriz.
Jack Delroy iyi bir televizyon şovmeni ama en iyisi değil. Eşini kaybettikten sonra bir hırsla programının temasını değiştirip, seyircinin ilgisini çekecek ama ucuz olacak şeylere yer vermeye başlıyor. İstediğini yine alamıyor ve Cadılar Bayramı gecesinde bir medyumu, bunların safsata olduğunu iddia eden bir adamı ve tarikat evinden kurtulmuş, içinde Şeytan'ın olduğunu iddia eden küçük bir kızı konuk alıyor. Reytingler yükseliyor yükselmesine ama canlı yayında işler çok fena karışıyor.
Fikir ve tema muazzam ancak uygulanışında bariz problemler var. Bunlardan ilki görsel uyumsuzluk. Film bir yandan 70'ler estetiğini, özel efektlerini, klişelerini ... DevamıShudder'dan çıkan korku filmleri günümüzde ses getiren diğer korku filmlerine nazaran 70'lerden 80'lerden gelen havayı taşıyorlar. Mesaj verme kaygısı olmuyor. Late Night With the Devil filmi de pür bir korku hikayesi olup, bir korku dergisi sayfasına sığma uğraşında. Ya da ateş başında anlatılan bir hikaye yakıştırması da yapabiliriz.
Jack Delroy iyi bir televizyon şovmeni ama en iyisi değil. Eşini kaybettikten sonra bir hırsla programının temasını değiştirip, seyircinin ilgisini çekecek ama ucuz olacak şeylere yer vermeye başlıyor. İstediğini yine alamıyor ve Cadılar Bayramı gecesinde bir medyumu, bunların safsata olduğunu iddia eden bir adamı ve tarikat evinden kurtulmuş, içinde Şeytan'ın olduğunu iddia eden küçük bir kızı konuk alıyor. Reytingler yükseliyor yükselmesine ama canlı yayında işler çok fena karışıyor.
Fikir ve tema muazzam ancak uygulanışında bariz problemler var. Bunlardan ilki görsel uyumsuzluk. Film bir yandan 70'ler estetiğini, özel efektlerini, klişelerini benimsiyor ama bir yandan "iyi görünelim ama" telaşı altında tonu tutturamıyor. Bazı anlarda ucuz bir korku antolojisinden hallice görünüyor. Bu da aşırı korkmam gereken sözde sahneleri gülünç yaptı yer yer.
Diğer problem hikayenin hizmet ettiği twistin filmin başından belli olması ve tüm bu "ruhunu şeytana satma" anlatısının aşırı klişe işlenmesi. Asıl merakımızı içinde Şeytan olan kıza yöneltmiş ve altındaki sebepleri dört gözle dinlerken, aslında her şeyin Jack Delroy ile ilgili olduğunu öğrenmek ve o sıkıcı finali izlemek gazap gibiydi.
Yine de türü sevenler için bir şeyler vaadediyor bu film. Uzun bir Twilight Zone bölümü izlemek gibi.
Sosyete Polisi filmine yorum yazdı:
Yorumlarda gördüğüm üzere genel olarak anlaşılamamış bir iş.
Genç bir polisin kendi yöntemleri, kendi karakteri, etnik kimliği, ekonomik durumu ve duygularıyla mesleğine devam etme uğraşı. Film eğlenceli bir polisiye olarak hala hatırı sayılır insan tarafından konuşuluyor ama asıl anlatısına pek de dikkat çekilmiyor. Beverly Hills Cop, sınıfsal eleştirilerini eline yüzüne bulaştırmayan, açık yüzlü bir film. Axel Foley bir dolu problem yaşarken olaylar sekteye uğramıyor. Kendi espri tarzıyla çözümler buluyor. Bu yüzden film, film olmayı unutmuyor, gerçek bir hayat akışındaymışız gibi hissettiriyor.
Film çıktığı dönemin şartları gereği daha fazla insan tarafından anlaşılmış olacak ki epey hasılat elde etmiş ve devam filmleri çekilmiş. Hatta bu yıl 4. filmi ile geri dönecek. Serinin devam filmlerinde azalan hasılatın sebebi asıl anlatısını kaybetmesi olabilir, izlemedim bilemiyorum. Ancak ilk filmin bu kadar hasılat elde etmesinde elbette filmin tüm alt metinlerden öte iyi çekilmi ... DevamıYorumlarda gördüğüm üzere genel olarak anlaşılamamış bir iş.
Genç bir polisin kendi yöntemleri, kendi karakteri, etnik kimliği, ekonomik durumu ve duygularıyla mesleğine devam etme uğraşı. Film eğlenceli bir polisiye olarak hala hatırı sayılır insan tarafından konuşuluyor ama asıl anlatısına pek de dikkat çekilmiyor. Beverly Hills Cop, sınıfsal eleştirilerini eline yüzüne bulaştırmayan, açık yüzlü bir film. Axel Foley bir dolu problem yaşarken olaylar sekteye uğramıyor. Kendi espri tarzıyla çözümler buluyor. Bu yüzden film, film olmayı unutmuyor, gerçek bir hayat akışındaymışız gibi hissettiriyor.
Film çıktığı dönemin şartları gereği daha fazla insan tarafından anlaşılmış olacak ki epey hasılat elde etmiş ve devam filmleri çekilmiş. Hatta bu yıl 4. filmi ile geri dönecek. Serinin devam filmlerinde azalan hasılatın sebebi asıl anlatısını kaybetmesi olabilir, izlemedim bilemiyorum. Ancak ilk filmin bu kadar hasılat elde etmesinde elbette filmin tüm alt metinlerden öte iyi çekilmiş olmasının da etkisi vardır.
Beverly Hills Cop bu türde izlediğim en iyi işlerden birisiydi.
Arınma filmine yorum yazdı:
Rahatsız edici derecede göze parmak bir iş. Filmde tercih edilen lokasyon dışında iyi bir şey yok sanırım. Sydney Sweeney'nin popülaritesi ile oyunculuğu arasındaki ters korelasyon ise her şeyi daha kötü bir hale getiriyor. Kendisinin popülerliğini kullanmak isteyen yapımcılar -bak sana tek başına sürükleyip rolünü büyütebileceğin bir artsy korku filmi yazdık, kapakta da direkt yüzünü kullanacağız- demişler ve onu kandırmışlar gibi hissettim her an.
Ari Aster filmlerinin rahatsız ediciliğini örnek aldıklarını düşünmek istemiyorum ama bence ciddi bir esinlenme var ama hiç mi hiç olmamış. Mekanı, figüranları, temaya ait objeleri zekice kullandığını zanneden, tahmin edilebilir olmadığını düşünüp sürekli şov yapan, kendini kandıran bir film. Ne yapmak istediklerine tam olarak karar verememişler. Her 3 dakika sonrasını tahmin edebildiğim bir klişeler geçidiydi. Dindar fanatikleri kullanarak anlattığı ve "aşırı sert, aşırı agresif" olduğunu sandığı anlatı ise bomboş bir zeminde ilerliyor ... DevamıRahatsız edici derecede göze parmak bir iş. Filmde tercih edilen lokasyon dışında iyi bir şey yok sanırım. Sydney Sweeney'nin popülaritesi ile oyunculuğu arasındaki ters korelasyon ise her şeyi daha kötü bir hale getiriyor. Kendisinin popülerliğini kullanmak isteyen yapımcılar -bak sana tek başına sürükleyip rolünü büyütebileceğin bir artsy korku filmi yazdık, kapakta da direkt yüzünü kullanacağız- demişler ve onu kandırmışlar gibi hissettim her an.
Ari Aster filmlerinin rahatsız ediciliğini örnek aldıklarını düşünmek istemiyorum ama bence ciddi bir esinlenme var ama hiç mi hiç olmamış. Mekanı, figüranları, temaya ait objeleri zekice kullandığını zanneden, tahmin edilebilir olmadığını düşünüp sürekli şov yapan, kendini kandıran bir film. Ne yapmak istediklerine tam olarak karar verememişler. Her 3 dakika sonrasını tahmin edebildiğim bir klişeler geçidiydi. Dindar fanatikleri kullanarak anlattığı ve "aşırı sert, aşırı agresif" olduğunu sandığı anlatı ise bomboş bir zeminde ilerliyor.
Filmin son sahnesinde Sweeney'i Mia Goth gibi kullanmaya çalışıp, kızcağızı kameraya doğru 3 dakika ıkındırıp çığlık attırmaları ise artık sinirden gelen kahkahalarımı tutamamama sebep oldu. Bir süredir izlediğim en kötü film.
Karanlıklar Prensi filmine yorum yazdı:
John Carpenter'ın korku sineması kendi çözümlerini üretmek demektir. Ve bu çözümler de en azından dönemine göre özgün fikirlere hizmet ederler. Bunun en büyük örneği hala The Thing. Korku sinemasına bir benzeri film 42 yıldır gelmedi. Dark Star ise beş parayla çekilmiş bir bilim-kurgu komedisi olarak Carpenter'ın neler üretebileceğini gösteriyordu.
Prince of Darkness yine parasızlık nedeniyle oyunculuklardan kısıp, arka bahçede yapılan makyajlar ve kurgu, kamera açıları ile kurtarılan bir iş. Elbette kendi filmlerinin kendi bestelerini yapması da bunun başarılı bir korku filmi olmasında etkili. Bilim-kurgu korkusu ile dini korkuyu aynı pakete iliştirmek de o dönem için epey iddialı. Ortaya çıkan şey ise birazcık taraflı. Rasyonaliteyi dine tercih eden biri olarak benim için sorun yok.
Bir grup uzman fizikçi din adamlarının yardımına koşuyorlar. Yıllardır kilisenin mahzeninde saklı tutulan veya hapsedilen bir sıvının hareketlerini izlemek, gizemini çözmekle görevliler. Bu sıvını ... DevamıJohn Carpenter'ın korku sineması kendi çözümlerini üretmek demektir. Ve bu çözümler de en azından dönemine göre özgün fikirlere hizmet ederler. Bunun en büyük örneği hala The Thing. Korku sinemasına bir benzeri film 42 yıldır gelmedi. Dark Star ise beş parayla çekilmiş bir bilim-kurgu komedisi olarak Carpenter'ın neler üretebileceğini gösteriyordu.
Prince of Darkness yine parasızlık nedeniyle oyunculuklardan kısıp, arka bahçede yapılan makyajlar ve kurgu, kamera açıları ile kurtarılan bir iş. Elbette kendi filmlerinin kendi bestelerini yapması da bunun başarılı bir korku filmi olmasında etkili. Bilim-kurgu korkusu ile dini korkuyu aynı pakete iliştirmek de o dönem için epey iddialı. Ortaya çıkan şey ise birazcık taraflı. Rasyonaliteyi dine tercih eden biri olarak benim için sorun yok.
Bir grup uzman fizikçi din adamlarının yardımına koşuyorlar. Yıllardır kilisenin mahzeninde saklı tutulan veya hapsedilen bir sıvının hareketlerini izlemek, gizemini çözmekle görevliler. Bu sıvının Şeytan'ın maddeleşmiş bir aracısı olduğunu keşfediyorlar ve çevredeki evsizler ile iş arkadaşlarının possessionlarına maruz kalıyorlar. Ele geçirilenler sergiledikleri tavırlarla zombi alt kültürüne de göz kırpıyorlar. Sanki Carpenter ele geçirilenlere farklı tavırlar vererek bir şeyler anlatmaya çalışıyor ama gerek oyunculukların kötülüğü, gerek kalabalık karakter havuzuna yeterli süreleri dağıtamaması sebebiyle tam olarak anlayamadım. Zenci karakterin aynaya bakıp ızdırap çekmesi bilinçli bir tercih miydi mesela?
Böcek sahneleri dışında beklediğim pür korku hazzını bana veremedi bu film. Fakat 80'ler sinemasının bütün özelliklerine ek olarak Carpenter sinemasının niş özelliklerini de taşıyor. Başarılı.
My Little Goat filmine yorum yazdı:
Çocuk istismarı hakkında çarpıcı bir kısa stop motion filmi. Sempatinin yönünü değiştirmekte çok başarılı olduğu için sonu daha vurucu hale gelmiş. Film bir anne keçinin çocuklarını kurdun karnından kurtarmasıyla açılıyor ama içlerinden biri hala kayıp. Bu esnada sempatimiz zavallı keçilerde. Fakat kurtarılan yavruların saldırgan ve garip tavırları işin rengini değiştiriyor. Ancak bu tavırların sebebini anlamamız uzun sürmüyor ve epey mide bulandırıcı bir sonla karşılaşıyoruz.
Suçlular filmine yorum yazdı:
Serhat Karaaslan'ın hiç fena bulmadığım kısası. Haneke'nin Funny Games'inden esinlendiklerini düşünüyorum. Bir home invasion filmi olmasa da özel alana müdahale konusunu ahlakçılık temelleriyle işlemişler. Funny Games aile yapısına saldırıyı gösterirken Suçlular, tersini yapıyor ve seks yapmak isteyen iki üniversiteli gencin ahlakçılar tarafından rahatsız edilmesini, özel alanlarının taciz edilmesini işliyor.
Mert karakterini oynayan Lorin epey kötü bir oyuncu. Deniz Altan ise muazzam. Fakat Kurak Günler ile parlayan Erdem Şenocak yine inanılmaz rahatsız edici, gerçekçi.
Evlilik dışı cinselliğin tabu olduğu Türkiye için epey aydınlık bir gerilim filmi.
Shirley Jackson'ın Tepedeki Ev kitabını okumuştum ancak Eleanor karakterinin derinliğini filmde gördüğüm kadar net hatırlamıyorum. Bana tüm bunları hatırlattığı için muazzam da bir uyarlama olarak kalacak aklımda. Öte yandan Mike Flanagan'ın Netflix için çektiği muazzam mini dizinin de esinlendiği birçok sahne bulacaksınız.
Eleanor'un bir yere ait hissedemiyor oluşu beni çok etkiledi. Film karakterin aile dramını kusursuz kurduğu için Tepedeki Ev ile bütünleşmesi de daha romantik ve ürkütücü bir hal aldı.